DOLAŞTIM BÜTÜN ŞEHİTLİKLERİNİ EDİRNE’NİN
Prof. Dr. Recep MESUT
Sonbahar hazan mevsimi… Yapraklar hafif hafif dökülmeye başlamış. Fakat Eylül güneşi ısıtmaya devam ediyor, hatta yakıyor. Yaz bitmemiş, kış ne zaman gelecek ? Mevsimler şaşırmış ama, insanlar da çıldırmış. Televizyonu açamıyorum, gazetelere bakamıyorum… şehitler, şehitler…her gün…yüreğim daralıyor. Her gün cenazeler kalkıyor ve bizler, ülkenin en uzak kuzeybatı köşesinden sessizce izliyoruz… içimize atıyoruz.
Avrupa’dakiler pür telâş, birkaç bin mülteci kapılarına dayanmış diye toplantı üstüne toplantı yapıyorlar, somut karar alamıyorlar. Bu “sözde” insan hakları savunucuları, “hümanistler” diyarı olduklarını her vesileyle dünyaya haykıran tuzu kuru ülkeler insanlık dersinden sınıfta kaldılar. Umurlarında mı ! Ne kadar iki yüzlü olduklarını biz zaten biliyoruz.
Bu haleti ruhiye içinde evde oturamıyorum. Kışkırtılmış gençlere katılacak ve sokağa fırlayıp bayraklarla öfke haykıracak yaşta değilim. Gene de içim içime sığmıyor, derdimi dökecek yer arıyorum. Ah şehitler, ah şehitler…Bu topraklar kaç yüzyıldan beri hep şehit veriyor. Ve en çok şehidin yattığı yer Edirne değil mi ! Tabi Edirne’nin ötesinde yatanların daha da çok olduklarını biliyoruz, ama ne bir izleri var, ne anıları kalmış.
Fakat Edirne halâ vatan toprağı, vatanın uç köşesi. Sayısız şehitler, torunlarının hafızalarından silinmiş olsa da, mezarları ve anıtları sayesinde burada tarihin tozlu yapraklarından çıkmış, vücut bulmuş şekilde bizden sadece birer fatiha bekliyor.
Balkan Savaşı Şehitleri (1939)
Bu düşüncelere dalmış, tamamen içgüdüsel olarak şehitlikleri dolaşmaya karar veriyorum. İlk aklıma gelen ise 33 yıl önce Edirne’ye ilk geldiğimde ziyaret ettiğim en eski “Balkan Savaşı Şehitleri” anıtı oluyor. Çok mütevazi, sade ve göşterisşsiz bu ufak anıt, şimdilerde kıyıda köşede kalmış olsa da bana göre halâ en samimi, en gerçekçi olanıdır. Çünkü en eskidir ve yerli insanların gayretleriyle 1939 yılında dikilmiştir. Yani o yıllarda halâ savaşı hatırlayanlar hayatta imiş… Sarayiçi’nde Tunca kıyısından sadece birkaç metre mesafede olduğu için, öbür tarafta görülen Tavuk Ormanında ağaç kabuklarını kemiren esir edilmiş askerlerimizi hatırlatıyor… Karşısında oturarak fatiha okurken, gözlerim Fatih Köprüsüne doğru akan Tunca’nın bulanık sularına odaklanmıştı. Bu sular milletimizin birikmiş gözyaşları olmalıydı …
Balkan Şehitliği (1993)
Hemen bitişiğinde, daha geniş bir alana yayılan ve 1993’te T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılan “Balkan Şehitliği” gösterişli ve ferah, mimari stili ise Çanakkale Şehitliklerini andırıyor. Açılışında hazır bulunduğum ve Balkan Savaşlarının 80. yılına ithaf edilen bu anıtsal kompleks artık bir devlet eseridir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şehitlere saygı nişanesidir. O da güzel ve anlamlı bir anıttır. Hemen bitişiğinde restorasyon çalışmaları ağır aksak ilerleyen Osmanlnın ünlü Saray-ı Cedid alanında Fatih Sultan Mehmed’in “Cihannümâ Kasrı”nın etkileyici harabeleri dikkatimi çekiyor. Zaten Kanuni Sultan Süleyman’ın Adalet Kasrı dimdik arkamda duruyor. Her tarafından tarih fışkıran böyle bir nokta nerede bulabilirsiniz! Otların ve çalıların bürüdüğü Saray kalıntıları da aslında bir şehitlik. Unuttuğumuz felâketli “93 Harbi”nde (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) ölenler için başka bir anıtımız yok ki … Yığdığımız cephaneler düşman eline geçmesin diye kendimiz havaya uçurduğumuz bu emsalsiz sarayın harabeleri de bir nevi anıt değil mi ?
Tuttum Sarayakpınar yolunu. Sol tarafta, traktörlerin kullandığı dar bir yola saparak tarlaların ortasında buldum son şehitliği – 2015 yılında Edirne Belediyesi, Türk Şehitlikleri İmar Vakfı ve Edirne Şehit Aileleri Derneği tarafından yaptırılan ve 22 Mayıs’ta açılan “Edirne Asker Hastanesi Şehitliği”. Öyle ya, şehitler sadece savaş alanında ölmez, birçoğu yaralı kaldırıldıkları hastanelerde hayatlarını kaybederler. Osmanlının en büyük Asker Hastanesi (1000 yataklı, 1889) Edirne’deymiş (yol zaten bu hastanenin ayakta kalabilmiş tek duvarının yanından geçiyor). Öğle sıcağında etrafta kimse görünmüyordu, ulaşım yolu ve çevre düzenlenmesi tamamlanmamıştı. Uzaktan Edirne sere serpe görünüyordu. Tarlaların ortasında, güneşin altında tek başıma dolaşıp, 5005 şehidin adlarını ve memleketlerini okumaya koyuldum (aslında bu hastanede toplam 52,000 asker şehit olmuş). Issızlık canımı sıktı. Bikaç sene önce Kanuni’nin öldüğü Zigetvar Kalesini görmeye gitmiştim. Biz Türkler küçük bir gruptuk. Fakat kalenin içi otobüslerle getirilmiş Macar öğrencilerle dolu idi. Her grubun öğretmenleri sürekli birşeyler anlatıyor ve kalenin savunmasında ölen (kendilerine göre “martyr”) kahramanlarının heykellerini tek tek dolaşıyorlardı. Birkaç ay önce de Kosova’daki Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesini gördüm. Müslüman Arnavut çocuklarının otobüslerle getirildiklerine şahit oldum! Acaba buralarda yaptığımız, fakat ziyaret etmediğimiz şehitliklerin ne önemi vardı …
Edirne Asker Hastanesi Şehitliği (2015)
Merkeze döndüm ve Karaağaç yolunun sağ tarafında, Söğütlük Ormanı’nın bittiği yerde, “Jandarma Şehitliği”ne ulaştım. Ulu ağaçların gölgesinde yine Balkan Savaşında Karaağaç’tan giren Bulgarlar tarafından şehit edilen 9 Türk askeri için yaptırılmıştı. Abidenin arkasındaki bir mezarda ise 28 Mart 1913 günü evinde şehit edilen Ressam Hasan Rıza Bey yatıyordu. Yine mezarların birine de 1920 Yunan işgalinde (3 Ağustos) şehit düşen yedek Üst teğmen Reşat Kuruyucu defnedilmişti.
Jandarma Şehitliği (1915)
En sonunda da tarihi Buçuktepe’deki “Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaşı Müzesi”ne gittim. Edirne’nin en yüksek seyir terasına askerler tarafından inşa edilen bu anıtsal kompleksin 1998 yılındaki açılışını da hatırlıyorum. Burası da Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin Edirne’ye bir yadigârıdır. 5,5 ay Edirne’yi savunan Şükrü Paşa’nın mezarı buraya nakledilmiş ve askeri tarih titizliliğiyle savaş anlatılmıştır. Yükseklerden hem Tunca vadisi, hem de Meriç ovası panoramik izlenebiliyordu. Bu doyumsuz manzarayı izlerken, şehitlikler açısından Edirne’nin ne kadar önemli yerleşim olduğunu hissettim.
Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaşı Müzesi (1998)
Bugünlerde kaybetmekte olduğumuz asker ve polis şehitlerimize üzülürken, hemen yakınımızdaki anıt mezarlarında sonsuz uykularına dalmış olanları da yâd etmek gerekiyor.