Edirne

EDİRNE DARÜŞŞİFASI 

Günümüzde bir açık müze-kent olan Edirne’de, çok eski tarihli eğitim ve sağlık tesisleri hâlâ ayakta olup, restore edilmişler ve ziyaretçilere açılmışlardır. Bunlar arasında Sultan II Bayezid Külliyesi içerisinde yer alan “Tıp Medresesi ve Hastanesi” çok ünlüdür ve Avrupa çapında kayda değerdir. İstanbul (Constantinopol) fatihi Sultan II Mehmed’in oğlu olan ve 1481 ilâ 1512 arasında 31 yıl hüküm süren Sultan II Bayezid 1484-1488 arası Edirne’de, Tunca nehri kıyısında, çok amaçlı bir sağlık ve sosyal yardım külliyesi (kompleksi) inşa ettirmiştir. Cami (ibadethane), tabhane (hotel), imaret (her gün halka bedava ekmek ve yemek dağıtan hayır kurumu) yanında, kompleksin yarısı hastane (Dar-üş-şifa) ve tıp okulu (Medrese-i etıbba) olarak 1488 yılında hizmete alınmıştır.

Edirne’nin en eski hekim yetiştiren kurumu olup, Osmanlı Sultanlarının kurduğu üçüncü tıp okuludur (birincisi, Bursa’da 1400 yılında 1.Bayezid tarafından; ikincisi, İstanbul’da 1470 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur). Bugün Türkiye topraklarında görebildiğimiz 19 darüşşifa (9 Selçuklu Dönemi, 1100-1200-lü yıllar; 1 İlhanlı Dönemi, 1300-lü yıllar ve 9 Osmanlı Dönemi, 1400-lü, 1500-lü ve 1600-lü yıllar) arasında müstesna yeri vardır.

Banisi Sultan 2.Bayezid-i Veli, mimarı Hayrettin’dir. Tunca nehri kıyısında, dört yıl gibi (1484-88) kısa sürede tamamlanan muazzam bir Külliye içinde yer almaktadır. Kesme taştan yapılmış, sellere ve işgallere rağmen, 533 yıldır ayaktadır. Bu sürede aslına uygun hizmet etmiş, Osmanlı yıllarının en saygın tıp okulu sayılmıştır. Darüşşifa’nın mimari planı dünya çapında bir hastane modeline öncülük etmiştir: altıgen bir kubbeli mekânı çevreleyen 6 kışlık oda ve 4 yazlık sofada 30-32 yataklı bölüm. Ortada şadırvan ve fıskiye, kubbede aydınlık feneri, dipte musiki heyeti için sahne (haftada 3 gün fasıl). Su sesi, musiki nağmeleri ve bahçedeki çiçek kokuları müşterek iyileştirici etki yaparlarmış. Orijinal vakfiyesi (1489) korunmuştur: kadrosunda 1 sertabib (günde 30 akçe yevmiye), 2 tabib (10 akçe), 2 kehhal = göz hekimi (7 akçe), 2 cerrah (7 akçe), 1 eczacı (6 akçe) ve diğer 13 personel hastalara parasız bakar, parasız ilaç dağıtırmış.

Bitişiğinde ayrı bir Medrese varmış. Burada 18 müstakil odada talebeler parasız yatılı okurmuş ve günde 2 akçe harçlık alırmış. Müderris 60 akçe, yardımcısı 7 akçe, hafız-ı kütüp 2 akçe, kapıcı ve temizlikçisi varmış. Osmanlı ülkesinin en üst dereceli medresesi (60-lık) sayılırmış. Medrese ile Darüşşifa birbirinden bağımsız yürütülürmüş (medrese daha üstün sayılırmış).

Hastaların tedavisi bedava olup, tamamen yatılı okuyan tıp öğrencilerinin masrafları için sultan vakfiye imzalamış ve çok sayıda gelir getiren köy, dükkân, değirmen, tarla ve bahçenin yıllık gelirlerinin buraya aktarılmasını emretmiştir. Maddi güvenceye alınan sağlık ve sosyal yardım kompleksi, 1911 yılına kadar  (yani 423 yıl) faaliyet göstermiş ve hekim yetiştirmiştir. Balkan Savaşı’nda hastaların İstanbul’a taşınmasından sonra, Birinci Dünya Savaşı, Milli Kurtuluş Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı, Edirne’yi serhat sınır şehri haline getirince, Külliye gelirlerinden yoksun ve sahipsiz kalmıştır.

Edirne Darüşşifa’sında yetişen ve görev yapan tabipler Saray’da hekimbaşı olmuşlar ve önemli eserler yazmışlardır:

Hekim Ahî Çelebi (öl. 1524). Babası tabib Kemal Tebrizli olup, 1461’de İstanbul’a yerleşmiş ve Mahmutpaşa’da muayene açan ilk hekim imiş. Babasının yanında yetişen Ahi Çelebi de İstanbul’un şöhretli hekimi olmuş, 2.Bayezid kendisini Edirne Darüşşifasına sertabib yapmış ve Rodop Dağlarının ortasında arpalık bağışlamış [yıllarca Ahi Çelebi kazası Edirne Vilayetine bağlı imiş. Balkan Savaşından sonra Bulgaristan’a geçmiş. Smolyan (Paşmaklı) şimdi il merkezidir ve Pamporovo kayak merkezi ile ünlüdür]. Ahi Çelebi iki kez hekimbaşı olmuş ve 88 yaşında hac dönüşü Kahire’de ölmüştür. En ünlü eseri “Hasat-ül kilye vel mesane” (Böbrek ve mesane taşları) yıllarca tıp medreselerinde okutulmuştur.

Hekim Emir Çelebi (öl. 1638) Edirne doğumlu olup ilk eğitimini burada almış, sonra Kahire’ye gitmiş ve ünlü Kalavun Hastanesi sertabipliğine yükselmiş. 1623’te İstanbul’a gelmiş, 1629’da hekimbaşı olmuştur. Yazmış olduğu “Enmuzec-üt-Tıbb” eserinde hekimlerin anatomi öğrenmesini, savaşlarda ölen Hıristiyan askerlerine teşrih (disseksiyon) yapmalarını önermiştir. Maalesef, Sultan 4. Murad’ın gazabına kurban olmuş, zorla afyon yutturularak can vermiştir. 

Hekim İbrahim El-Edirnevî (öl. 1677). Aslen Edirneli olup, Sultan 4.Mehmet (Avcı) döneminde Edirne Darüşşifasında görev yaparken, Kaysunizâde bin Abdurrahman’ın Arapça tıp lügatını Türkçeye çevirmiş – “Kamus el-Etibba” ilk Türkçe tıp terimleri kitabımız olmuştur.


Külliye’nin sağlıkla ilgili bölümleri, Edirne’de yeni kurulan Trakya Üniversitesi’ne 1984 yılında devredilmiştir. Üniversite, kendi imkânları ile gerçeğe uygun restorasyon yaparak “Tıp Tarihi Müzesi” şeklinde düzenlemiş, 1997 yılında Hastane kısmını, 2008 yılında Medrese (Tıp Fakültesi) kısmını ziyaretçilere açmıştır. Türkiye’de bir üniversite bünyesinde yer alan tek otantik Tıp Eğitimi Müzesi olan ve bugün “Trakya Üniversitesi Sağlık Müzesi” adını taşıyan binalar topluluğu Edirne’de, Sultan 2. Selim Camii’nden sonra, en fazla ziyaret edilen müzedir (2017 yılında 250 bin ziyaretçi). Ayrıca “doğu ve batı kültürleri arasında köprü” oluşturduğu için “2004 Council of Europe Museum Award” ödülüne lâyık görülmüştür. 2016 yılında da UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine alınmıştır. 2021 yılında da İmaret bölümü Trakya Üniversitesi tarafından müze halinde ziyaretçilere açılmıştır. 

Prof. Dr. Recep Mesut

Osmanlı tarihi ve Tıp tarihi ilgimi çekmektedir. Bu alanlarda sürekli kitap ve makaleler okurum. Dünya tarihi ve mitoloji ile de ilgilenirim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu