EDİRNE’DE TÛR-İ SÎNÂ
Ortadoğu’nun en kutsal dağı “Tûr-i Sînâ” (Arapça olduğu için ünlü ses uyumuna gerek yoktur, “tûr”= dağ Arapça; “sînâ”= tutuşan çalılık, eski İbranice) veya Cebel-i Mûsa, bugün Mısır’a ait Sina Yarımadası’nın (60,000 km kare) güney yarısında yükselmektedir (zirvesi 2,285 m). Bu yarımada Süveyş Kanalının doğusunda kalan, Asya kıtasına ait, kurak çöl ve çıplak dağ ile kaplıdır. Tam ucunda, Kızıldeniz kıyısında Şarm-el-Şeyh tatil beldesi popülerdir. Sina Dağının zirvesine tırmanan ve gün doğumunu bekleyen turist sayısı da bir hayli yüksektir.
Üç semavi dinin (Musevilik, Hıristiyanlık, İslam) saygı ile kutsadıkları bu dağda, M.Ö. 1200-lerde, halkını Mısır’dan çıkaran (Exodus) Hz. Musa’ya (Moşe, Moses) Tevrat vahiy olunmuş, bir sandık içinde iki taş levhaya kazınan “On Emir” verilmiş ve kuzeyde gözüken yeşil ovalar (Vadedilmiş Topraklar, Arz-ı Mevud) hedef gösterilmiştir. Hz. Musa burada Tanrı’yı (YHVH = Yehova) görmüş ve hiç bir iz bırakmadan göğe yükselmiştir. Kitab-ı Mukaddes’te (Biblia) anlatılan bu hikâyeyi (Ahd-i Atik) Hıristiyanlık ve İslamiyet de benimsemiştir.
M.S. 3.yüzyılda İskenderiyeli Azize Katerina (287-305) Hıristiyanlık uğruna şehit edilmiş ve vasiyeti üzerine Sina Dağı’nın 1500 metredeki sulak bir vadisine gömülmüştür. Bizans imparatoru Büyük Justinian (hd. 527-565) emri ile burada büyük bir manastır inşa etmişler. Bu manastırın keşişlerine tüm imparatorlukta özel statü sağlanmış ve İskenderiye Patrikliği dışında otokefal bir Sinai Başpiskoposluğu kilise hiyerarşisinde tanınmıştır (Kıbrıs Başpiskoposluğu gibi).
Hz. Muhammed, daha vahiy inmeden önce, deve kervanlarıyla iki kez bu manastırı ziyaret etmiş ve ağırlanmıştır. Hicret’ten bir yıl sonra (623) Tur-ı Sina keşişleri Medine’ye gelerek Peygamberimizi tebrik etmişler ve yazılı bir “emânnâme” (ebedi koruma) almışlardır. Belgeyi yazan Ali bin Ebu Talib mühür yerine simge olarak Peygamberin elini tasvir etmiştir.
1517 yılında Yavuz Sultan Selim Mısır fethinden dönerken Tur-i Sina keşişleri Peygamber emânnâmesini kendisine göstermişler. Osmanlı Sultanı da ebedi korumanın bütün Osmanlı ülkesinde geçerli olduğunu ilan etmiştir.
Tur-i Sina keşişleri önemli şehirlerde (İstanbul Patrikliğinden bağımsız) Metokhion = Sinaitikon (misafirhane) inşa etmişler ve irtibat bürosu olarak kullanmışlar (zengin bağışlar almışlar ve hacı kafileleri düzenlemişler). İstanbul-Balat’ta var olan metokhionun girişine Hz. Muhammed’ın elini simgeleyen mermer levha asmışlar (şu anda kayıp).
Bu çok özel Hıristiyan tarikatın meğer Adrianopolis’te de Sinaitikon’u varmış. A. Bâdi Efendi (1890) ve Dr. Rifat Osman (1920) bu yapıdan bahsetmişlerdir. 1907’de Edirne’yi ziyaret eden ünlü mimarlık tarihçisi C. Gurlitt ise dış görünümünü ve kesitlerini çizmiş ölçülerini vermiştir (7,70 m temelde, 3 m çap kubbede, tetraconchal = dört yapraklı yonca gibi).
1929’da Thrakika 2’de I. Saraphoglou eski tarihli bir fotografını yüklemiştir (fakat pek kaliteli değildir).
1938’de tamamlanan “Edirne Tarihi” kitabında Osman Nuri Peremeci artık böyle bir yapıdan bahsetmiyor. Çünkü 1923 Ahali Mübadelesinden sonra Rumlar Edirne’den gitmişler ve kiliseleri de teker teker yıkılmış. Yollar genişletilirken evler yıkılmış ve Londra Asfaltı (bugün Talat Paşa Cd) Kaleiçi’nden geçirilmiş (Gazimihal Köprüsüne). Bugünkü Sultan Hotel’in yerinde Metropolit Kilisesi varmış. Dr.Rifat Osman’ın ve Ousterhout’un çizimlerine göre Sinaitikon tam karşısında yer alıyormuş. Bugün orada Meteoroloji höyüğü ve Pehlivanlar Otoparkı bulunmaktadır. Müteahhitlerin bu alana çok katlı inşaatlar yapamamış olmasına hep şaşıyordum. Acaba üç semavi dinin hoşgörüsüne dayanan Edirne Sinaitikon binası halâ toprak altında duruyor mu? Öyle ise şehrimizin en eski mimari yapısı (surlar hariç) sayılacaktır – Gulitt’e göre 12.yüzyıldan, Rifat Osman’a göre 9.-10.yüzyıldan, yani 1,000 yıllık!