EDİRNE’NİN MAKÛS TALİHİ
Bu yıl üzüntü verecek şekilde güzel şehrimiz Edirne ardı ardına gelen su taşkınlarına maruz kalmıştır. Önceki bazı yıllarda da benzer taşkınlar yaşanmıştı, fakat bu seferki kadar devamlı ve bezdirici olmamıştı. İki köprü arasına, Söğütlük Ormanına, Lozan caddesine ve Karaağaç’a gidemez olduk, oysa bu mekanlar şehir sakinlerinin dinlenme, eğlenme ve yenilenme (rekreasyon) alanlarıdır. Karaağaç mahallesi sakinlerinin, okulların ve işyerlerinin, esnafın telâfi edilemez kayıpları meydana gelmiştir. Yunanistan’a açılan ve son yıllarda canlanmaya başlayan Pazarkule sınır kapısı kullanılamaz olmuştur. Can kayıpları olmasa da, tekrarlanan bu felâketler 150 bin nüfuslu şehir ahalisinde moral bozukluğu yaratmış, ülke çapında “vah-vah” şeklinde hayret ve acıma duygusu uyandırmıştır. Görsel basının “özellikle” seçilmiş haber ve görüntüleri, Edirne dışındaki tanıdıklardan gelen “geçmiş olsun” mesajlarına sebep olmuştur.
Nedir bu Edirne’nin çektikleri, ne kadar sürecek bu bedbaht durum, yoksa periyodik taşkınlar kalıcı mı oluyor? Acaba dünya çapında gözlenen iklim değişiklikleri Edirne’yi sık sık sular altında bırakmaya mı başlayacak? Nasıl oluyor da güzelliğiyle bilinen, imparatorlar tarafından kurulmuş, imparatorlar doğurmuş, Dünya Mirası Listesine eserler eklemiş, şairler ve âlimler yetiştirmiş bu şanlı belde böyle aciz durumlara düşebilir?
Galiba bazı gerçeklerle yüzleşmemiz lâzım. Şehrimizin geleceği hakkındaki en kötü ihtimalleri de varsayarak, köklü çözümler üretmemiz için kafa yormamız şarttır. Bilmemiz gereken acı gerçeklerin başında Edirne’nin coğrafi topografyası gelmektedir.
Edirne, tarihi Trakya bölgesinin yaklaşık yarısını (50 bin km2lik kısmını) akaçlayan üç önemli akarsuyun (Meriç, Tunca ve Arda) toplandığı stratejik düğüm noktasında (Latince “confluens” = toplak) yer almaktadır. Kuzeyden ve batıdan, geniş bir yelpazeden (Balkan Dağları ve onlara paralel Sredna Gora-Karacadağ, Rila-Rodop Dağları ve Sakardağ’dan) inen kaynak suları, yağmur ve kar suları, hepsi burada toplanmaktadır. Bu suların debisi mevsimsel artışlar (ilkbaharda ve sonbaharda) göstermekte ve çevreye göre epeyi alçak olan “Edirne çöküntüsü” (ortalama rakım35 m
) sular altında kalabilmektedir. Meriç adı altında birleşen sular Edirne’den 185 km
sonra Ege Denizine (yani rakım 0 m
) ulaşmaktadır.
Akaçlama havzası en geniş ve su miktarı en yüksek (92 m3/sn) olan Meriç nehri (toplam uzunluk 480 km
), Sofya’nın güneyindeki Balkanların en yüksek dağı olan Rila Dağı’nın Musalla tepesi’nin (2925 m
) doğu kısımlarından kaynak alır ve Bulgaristan topraklarında 345 km
katettikten sonra Svilengrad (Mustafapaşa) hizasında önce Bulgar-Yunan sınırını (10 km
), sonra Türk-Yunan sınırını (20 km
) oluşturur. [Google Earth’e göre] Kapıkule hizasındaki ortalama yüzey rakımı 43 m’den [burada Karayolu gümrük sahası 45 m’de, tren istasyonu 50 m’dedir], Arda’nın sularını aldığı noktada 34 m’ye, Tunca’nın sularını aldığı noktada (Bülbül Adası hizası) ise 32 m’ye düşmektedir. Meriç nehrinin şehir merkezine direkt bir tehdidi olmamasına rağmen, Söğütlük Ormanını ve Lozan Caddesini kolayca sular altında bırakabilmekte, Karaağaç ile Pazarkule irtibatını kesebilmektedir.
Edirne’nin esas “belâlısı” Tunca nehridir, çünkü şehir merkezi bu nehrin kıyılarında yer almaktadır. Balkan Dağlarının en yüksek tepesi Yumrukçal (bugün Botev, 2376 m
) yamaçlarından başlar ve doğuya doğru akar. Sredna Gora eteklerinde, önce Koprinka Barajı (rakım 390 m
), sonra Jrebçevo Barajı (rakım 260 m
) inşa edilmiş ve yukarı akım regüle edilmiştir. Bundan sonra 90ºvirajla güneye yönelir, Yanbol ve Elhovo (Kızılağaç) şehirlerinden geçtikten sonra Sakar Dağının derin “Darkaya” kanyonuna girer. Uzunbayır mevkiinden sonra 12 km
Türkiye-Bulgaristan sınırını oluşturur ve Suakacağı köyü öncesinde kanyondan çıkarak iki taraflı Türk toprağında akmaya başlar (48 km
). Taşıdığı su miktarı çok daha düşük (23 m3/sn) olmasına rağmen, Tunca taşkınları daha sık ve daha zararlı olmuşlardır. Türk topraklarına girdiği Suakacağı köyü hizasında yüzey rakımı 45 m
olan Tunca suyu çok dolambaçlı kıvrımlar [Eğribük] çizerek, genişçe bir çöküntü alanı olan Tunca Ovası’nın daha alçak olan batı kenarını izler [su düzeyi rakımı Hatipköy’de 43 m
, Yolüstü’nde 41 m
, Değirmenyeniköy’de 40 m
, Açık Cezaevi hizasında 37 m
, Sarayiçi yakınında 34 m
, Gazimihal Köprüsünde 33 m
, Ekmekçioğlu Köprüsünde 32 m]. Görüldüğü üzere şehrin yerleşim yerlerinden geçerken eğim son derece düşük ve akım yavaşlamış olmaktadır. Kuruluş itibariyle Adrianopolis Kalesi, Roma İmparatorluğunun Balkan Yarımadasındaki en önemli ulaşım yolu “Via Militaris” (Askeri Yol, yani Belgrad-Niş-Sofya-Filibe-Edirne-İstanbul ekseni) üzerinde, Tunca geçişini sağlayan köprüyü koruma amacıyla yaptırılmıştır. Nitekim bizim bugün Gazimihal Köprüsü dediğimiz yerde antik çağlardan beri değişik vasıfta bir köprü bulunmuştur. Ve Roma-Bizans yıllarında bu köprü Kaleiçi’yle irtibatlandırılarak güvenceye alınmıştır. Ancak Cumhuriyet döneminde inşa edilen ve 1950’li yıllarda tamamlanan toprak dolgu seddeler (DSİ Seddeleri) şehrin alçak semtlerini iki taraflı olarak koruma altına almışlardır. Bugün de bunların faydasını görmekteyiz. Alçakta kalan yaşam merkezleri (Kaleiçi, Talatpaşa, Abdurrahman ve Çavuşbey Mahalleleri) artık sular altında kalmamaktadır. Sadece nehrin ortasında kalan Sarayiçi (Kırkpınar Güreşleri alanı), Tavuk Ormanı, restore edilmekte olan Yeni Saray (Saray-ı Cedid) alanı ve alçak seviyede inşa edilmiş olan bazı köprüler sel sularından etkilenmektedir.
Edirne taşkınlarına en az etkisi olan Arda nehri de Bulgaristan’da Rodop Dağlarının Ardin vrıh (1455 m
) tepesinden başlar, 250 km
derin vadilerden geçtikten sonra Milea köyü yakınlarında Yunan topraklarına girer. Son 40 km’sini Yunan topraklarında katederek, tam sınır köşesinde (eski Maraş köyü, bugün Marasia aşağısında) Meriç nehrine katılır (Pazarkule’nin batısında kalan son 1 km’si Türk-Yunan sınırıdır). Bu nedenle Türkiye’nin Arda’dan gelen sellere karşı yapabileceği bir şey yoktur. Arda taşkınları Yunanlara zarar vermiştir (2005) ve Therapion (Sarıyer) köyü hizasında regülatör amaçlı küçük bir baraj (65 m
rakım) da yapmışlardır. Esas Bulgaristan’da kalan kısmında üç büyük baraj ve HES [Kırcali Barajı (320 m
rakım), Studen Kladenets= Soğukpınar Barajı (220 m
) ve İvaylovgrad= Ortaköy Barajı (120 m
)] inşa edilmiş ve Arda akışı nispeten dizginlenmiştir. Buna rağmen Arda sularının kabarması Karaağaç bahçelerine zarar verebilir.
Mevsimsel su artışlarına çok müsait bu üç nehrin beraberce kabarması (hatta sadece Tunca’nın seviyesinin yükselmesi) tarihöncesi dönemlerden beri “Edirne çöküntü ovası”nı sular altında bırakmış, eğimin yetersiz olması nedeniyle bataklık haline dönüştürmüştür. Bu olayın ezelden beri tekrarlandığını tarihi kayıtlar da teyit etmektedir (Edirne’nin Osmanlılar tarafından fethinde Adrianopolis muhafızı kayıkla Enez’e kaçmıştır).
Şaşırtıcı olan her yıl taşkınları gören ve yerleşim alanı seçiminde sağduyulu olduklarına inanılan eski yöneticiler neden bu kadar alçak ve korumasız bir yere önemli bir kent inşa etmişlerdir?
Milâttan önceki yüzyıllarda bazı kaynaklarda bahsedilen Trak yerleşimi “Uscudama”nın kesin yeri henüz belirlenememiştir. Kazılar yapılamadığı için, MÖ. III.yüzyılda bu toprakları fetheden Makedonya kralı II. Filip’in (Philippos), kendisini rahatsız eden “Oresti” kabilesini Makedonya’dan Trakya’ya iskân ettiği “Orestia” yerleşiminin yeri de kesin değildir. Kesin olan MS. II yüzyılda (130-131) Roma İmparatoru Hadrianus’un inşa ettirdiği müstahkem kale-garnizon (“castrum”) olan “Adrianopolis”in sınırlarıdır. Muazzam kale duvarlarının da yer yer ortaya çıkmasıyla bu şehrin yeri bugünkü Kaleiçi semtimize isabet etmektedir. Muhakkak ki daha sonraki Roma ve Bizans dönemlerinde surdışına taşmış “varoş” tipi yerleşme genişlemiş, kale içindekileri besleyecek yakın köyler de (muhtemelen Yıldırım veya İmaret, Karaağaç veya Bosnaköy) işlevsel olarak bağlanmıştır. Peki nasıl olmuş da imar işlerinde tecrübeli Romalı mimarlar, akarsuların birbirine kavuştuğu ovalık bölgede bu kadar alçak bir alanı seçebilmişlerdir? Eski Ticaret Borsası’nın yerinde ortaya çıkan ve muhteşem işçilikle göz kamaştıran sur temelleri, kot olarak Tunca nehrinin epeyi aşağısındadır (ki o yıllarda DSİ seddeleri de yoktu). Bu çelişkiyi Adrianopolis “castrum”unun Tunca köprüsünü korumak için inşa edilmesiyle izah edebiliriz.
1230 yıl sonra Osmanlılar tarafından fethedildiğinde Adrianopolis’in kot düzlemi çok az değişmişti (Şahmelek Camii’nin ve Gazimihal Hamamı’nın ne kadar aşağıda kaldığı çok aşikârdır). Fakat Osmanlılar ağırlıklı olarak kale dışını tercih ettiler, camilerini ve saraylarını daha yukarılara inşa ettiler [Üçşerefeli Cami 56 m
, Bedesten 60 m
, Eski Cami 63 m
, Eski Saray (bugün Selimiye Camii) 78 m
, hatta Yeniçeri Kışlasını Buçuktepe’ye (130 m
) kondurdular]. Fakat Yıldırım Camii, Gazimihal Camii, II. Bayezit Külliyesi, Yeni Saray gibi yerler Tunca kıyısına yapıldı. Nehir kenarında, kayıkla ulaşılan çok sayıda kasırların mevcudiyeti de bilinmekte, hatta Bayezit Külliyesinin su değirmeni bile vardı. Demek ki Tunca suları eskiden taşkınlar yapacak kadar kabarmıyordu.
Siyasi nedenlerin başında, 93-Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) ve Balkan Savaşları sonrasında çizilen sınırların Edirne’ye çok yakın gelmesidir. Edirne “toplağı”na su taşıyan nehirlerin geniş havzaları, hükümran olduğumuz topraklar dışında kaldı. Bu nehirlerin vatan toprağında akan son kısımları ise alçak ve düzlük alanlarda, baraj yapımına uygunsuz arazilerde yer almış oldu [gündeme getirilen “Suakacağı Barajı”nı Bulgarların kabul etmesi imkânsız gibidir, çünkü baraj sularının altında kalacak olan yerler (rakım 50-80 m
arası) tamamen Bulgaristan topraklarıdır! Onların gerçek derdi Elhovo (Kızılağaç) (rakım 100 m
) ve Yambolu (rakım 128 m
) gibi yerleşimleri Tunca taşkınlarından kurtarmaktır]. Bu konuda Edirne gerçekten çaresizdir.
Teknolojik nedenlerin başında son yüzyılda büyük hacimli çok sayıda barajların inşa edilebilmesi gelmektedir. Bunlar sulama, taşkın önleme ve elektrik üretimi için yapılmakta olsa da, tehlike anında baraj kapakları açılabilmekte ve günlük debilerde artışlara sebep olmaktadır. Su pompaları sayesinde tarımsal arazilerin sulanması da genel su miktarını önemli derecede azaltmıştır.
İklim değişiklikleri ise Dünya çapında bir ekolojik sorun olarak 2000’li yıllardan sonra ortaya çıkmış ve aşırı kuraklık ile aşırı yağışların beklenmeyen şekilde sıralanmasını doğurmuştur. Atmosferdeki sera gazlarının çoğalması veya iyonosferdeki ozon tabakasının incelmesi ise Edirne’nin suçu değildir.
Sonuç olarak, seddelerin koruması dışında kalmış olan Sarayiçi, Bosnaköy, Söğütlük gibi alanlarda tekerrür eden taşkınları önlemek için önce Tunca, sonra Meriç yataklarını genişletmek ve derinleştirmek lâzımdır. Çünkü bu yataklar senelerden beri hiç temizlenmemiş, kum, çakıl ve çamurla dolarak nehirlerin tabanlarını yükseltmiş ve hacimlerini daraltmıştır. İnşa edilmiş olan seddeler de yayılmayı önleyerek hapsedilen alüvyonlarla yatakların dolmasına katkıda bulunmuştur. Avrupa’da sıkça görülen ve “drager” denen, su diplerini tarayıp temizleyen makineler, nehirler üzerine monte edilerek ve ileri geri hareket ederek yıl boyunca çalışmaktadırlar. Şehre bitişik kıyılarda ise nehir yatağının tamamen taş-beton kaplama ile döşenmesi en modern çözümdür. Bu önlemlerin maliyeti Belediye veya Vilayet imkânlarını aşacağı için Devlet yatırımı (DSİ ödeneği) olarak ele alınmasını gerektirecektir.